ÖZEL HAYAT DENİLİP GEÇİLMEMELİ
Gilda&Partners Kurucusu Jilda Bal, ayrılık ya da boşanma gibi duygusal olarak yıpratıcı yaşam olaylarının, bireyin sadece özel hayatında değil, profesyonel yaşamında da önemli dalgalanmalara neden olabildiğine değinerek, “Özellikle konsantrasyon kaybı, motivasyon düşüklüğü, iletişimde zorlanma ve tükenmişlik hissi, iş performansını doğrudan etkileyen başlıca başlıklardan. Bu tür dönemlerde kişinin üretkenliği azalabiliyor, hata yapma oranı artabiliyor ve hatta ekip içi dinamiklerde bozulmalar gözlemlenebiliyor” diyor.
Minnesota Üniversitesi’nde yapılan 2023 tarihli bir araştırmanın da bu gözlemleri desteklediğine vurgu yapan Bal, “Araştırma, ayrılık ya da boşanma sürecindeki çalışanların işe dair duygusal bağlılıklarında ve üretkenliklerinde belirli bir düşüş gözlemlendiğini ortaya koyuyor. Özellikle boşanmanın ilk aylarında çalışanlar daha fazla zihinsel dağınıklık, yorgunluk ve dikkat sorunları yaşayabiliyor. Bu durum, bazı çalışanlar için işteki verimliliği doğrudan etkileyebiliyor. Araştırma, yalnızca olumsuz yönlere odaklanmıyor. Bazı katılımcılar, iş ortamını bir tür “güvenli alan” olarak görüp, işlerine tutunarak duygusal dengeyi sağlamaya çalıştıklarını ifade ediyor. Bu grupta yer alan kişiler için iş, iyileşme sürecinin bir parçası olabiliyor ve yeniden yapılanma hissi yaratabiliyor” diye konuşuyor.
Dünyada bu konuda somut adımlar atan ve çeşitli uygulamaları hayata geçiren şirketlerin de bulunduğuna işaret eden Bal şu açıklamaları yapıyor: “Japonya’daki pazarlama firması Hime & Company, 2008’den beri çalışanlarına ‘ayrılık izni’ tanıyarak bu sürecin ilk günlerinde onları yalnız bırakmamayı tercih ediyor. Benzer şekilde, Filipinler’deki Cebu Century Plaza Hotel, çalışanlarının duygusal zorluklarla baş etmesine destek olmak amacıyla boşanma ya da ayrılık sonrası kısa süreli ücretli izin hakkı tanıyan uygulamaları pandemiden sonraki dönemde hayata geçirmiş durumda. Bunun yanında PwC, Tesco ve Virgin gibi global şirketler, çalışanların mental sağlığını destekleyen daha bütünsel wellbeing programları içinde bu tür yaşam olaylarını da ele alıyor. Ayrılık, kayıp ya da yas gibi zorlu dönemlerde çalışanlarını yalnız bırakmamak için özel destek sistemleri oluşturuyorlar. İçinden geçilen bu zorlu süreçlerin birer kişisel mesele olarak görmezden gelinmediği, aksine bireyin yaşam döngüsünün bir parçası olarak kabul edildiği bu yaklaşım, hem insan odaklı kültürü güçlendiriyor hem de işveren markasını uzun vadede pozitif yönde etkiliyor.”
Bu konuyu İK birimlerinin yalnızca özel hayat kapsamında değerlendirmemesi, bu süreçleri çalışan deneyiminin önemli bir parçası olarak görmesi gerektiğini vurgulayan Bal’a göre, boşanma, ayrılık ya da yas gibi olaylar bireyin genel yaşam dengesi üzerinde doğrudan etkili ve bu etkilerin iş yerine de yansıması çok normal bir durum. Dolayısıyla bu gibi durumların, “wellbeing” (çalışan iyi oluşu) başlığı altında sistematik olarak ele alınması önem taşıyor.
İK politikalarının bu alanda daha esnek ve empatik olması, sadece bireysel iyilik hali açısından değil, aynı zamanda kurumun sürdürülebilir bağlılık ve itibar stratejileri açısından da önemli. Esnek çalışma saatleri, kısa süreli izin uygulamaları, psikolojik destek hatları ve geçici görev değişiklikleri gibi çözümler, çalışanların bu tür süreçleri daha sağlıklı atlatmasına yardımcı olurken, kurumun insan odaklı yaklaşımını da destekliyor. İnsanların, zorlandıkları zamanlarda destek veren kurumlara daima değer vereceğini de hatırlatan Bal, şunları söylüyor:
“Kurumlar da ancak bu tür hassas dönemlerde geliştirdikleri empatik ve kapsayıcı yaklaşımlarla gerçek bir bağlılık inşa edebilir. Bu bakış açısı, sadece bireye değil, tüm organizasyona uzun vadeli fayda sağlar. Minnesota Üniversitesi’nin araştırması da bu yaklaşımı destekliyor. Araştırmada, bazı bireylerin iş yerini bir duygusal sığınak olarak görüp bu sayede daha hızlı toparlandıkları ortaya konmuş. Bu da kurumların yalnızca zarar azaltıcı değil, iyileştirici bir rol de üstlenebileceğini gösteriyor. Ayrılık ya da boşanma gibi süreçler, doğru yaklaşımla ele alındığında, kurumlar için bağlılık ve güven duygusunu güçlendirecek önemli bir zemin oluşturabilir.”